25 Ekim 2011 Salı

kırmızı

Ben gelincik,

hep aşkı anlatmak istedim…

Anlamak isteyene duruşum bile aşktı,

uçsuz bucaksız yeşillikler de ansızın karşına çıkan

zahmetsizce toprağın bağrından süzülüp

gökyüzünün maviliğine açılan

Dalından koparılıp, sürgüne yolcuysa

Bütün kırmızılığını dağıtan…


Ben gelincik,

Hep aşkı anlatmak istedim…

Anlamak istemeyene çığlıklarım bile

Sessiz bir haykırıştı…

Çatlamış toprakta yeşermeye çalışan,

kırmızı ama isteksiz.

Ben gelincik,

Hep aşkı anlatmak istedim…

Bazen bir kadın bazen bir erkek dediler,

Oysaki ‘’O’’ ete, kemiğe bürünemeyecek kadar

Hayattı…

Su kadar ekmek kadar muhtaçtık.

Asırlardır aşkın rengi olan kırmızıydı.


Ben gelincik,

Hep aşkı anlamak istedim…

Boğazına kadar içine battığın ama

Göz ucuyla dokunamadığın ateşin,

Kırmızılığını…

Haykırışlarının en masum seslerini

Kendinin bile duymadığı yokluğunun,

Kırmızılığını…

Sebepsiz yere ağladığın hiç

Susamadığın gözyaşlarının,

Kırmızılığını…

Duruşuyla bile içini titretenin

Gidişiyle ki yokluğunun,

Kırmızılığını…

Ben gelincik,

Anlatmak isterken susmalarımın

Sebebidir kırmızı…

2 yorum:

Tâlip dedi ki...

"Boğazına kadar içine battığın ama
Göz ucuyla dokunamadığın..."

Bilmem ki bu sözler hangi hissiyat içinde yazıldı; doğrusu bilemem..

Fakat bana ateşinde yandığın sevgiliye; bir masumiyeti bertaraf etme korkusu ile dokunamamayı hem de çok yakındayken dokunamamayı anlattı.. dokunmaktan murad ise ten ile yapılan dokunmak değil, belki hayalen yürekte gerçekleşen bir dokunuştur.
Vesselâm...

kadim dedi ki...

gelincikler kadar naif bir çiçek ve çiçekler kadar dildeş bir lisan var mıdır aşkı anlatmak için:)
ne güzel ifade etmişsiniz
sağlıcakla kalınız...