12 Eylül 2012 Çarşamba

hayal(et)




Sebepsiz sokaklarda dolanmış yürekler

Aradığını bilmeden bulduğunu zannetmiş

Susuz kalmış

Doldurduğunu zannederken boşalan ibrikler

Gittiğini zannedip gidemeyenlerle

Doluymuş bu kahveler

Amcalar ve dedeler

Çalışmadan yorgun düşen bedenlerini

Gezdirmeye çıkan teyzeler

Bakan gözleri,

Bir gün görmeyi ümit ederken

Öksüz ve yetim fikirleri varmış

Ağızlarından kaçırmakta ürktükleri

Sahte gülüşler takınmış maskeleri

Ağlamayı unutmuş kaskatı yürekleri

İnanmadıkları sözcükleri ve

İnandıklarının ardında duramadıkları bir halleri varmış.

Özgür olduklarını zannettikleri esaretleri

Etraflarını çepeçevre saran duvarların

Ardında yaşarlarmış

Ve hepsinin korktuğu hayaletleri...

Hayal edip edip kilitler vurdukları kapıları varmış.

Bilmezlermiş, hayaletlerin en kalın duvarlardan

Kilitli kapılardan geçiverdiğini

Hayalet zannederken mahkumlaştıkları hayalleri varmış

Düşman karargahının kendi benlikleriyle beslendiğini

Bir beyin dolusu hayaletle sarılıp uyuduklarını bilmezlermiş

Taki biri hayaletine aşık oluncaya dek...

esma gül

19 Nisan 2012 Perşembe







O Gidişin ardında dönmemecesine bir kaçış,
Bitmemecesine bir hüzün vardı...
Ayakları değil gözleriydi yorgun olan.
Sesi kimsesizdi...
Gitmek mutlu etmiyordu belli
Ancak kalmakta çare değildi...
Kaçmak kolaydı! Hiçte değil...
Kaçmak kaçınılmazdı...
Ve kalmak iki kişilik yalnızlığa tutunmaktı.
Bir bavul, iki yalnız ve bir oda...
Yerleri süpüren bakışlar,
Kilit vurulmuş ağızlar.
Susmasaydı...
Konuşabilseydim...
Giden miydi suçlu olan,
Ya gitmeye adeta zorlayan?
Hangisi daha pişmandı?
Şimdi ne önemi vardı...
Vakit tamam mı?
Ayrılığa kalkan trenin sesi duyulmaya başladı.
Hazır mıydı giden, hazır mıydı kalan?
Ayrılığa hazırlanılır mıydı?
Bir bavul, iki yorgun ve bir tren...


26 Şubat 2012 Pazar

sessiz kadın



Sessiz bir kadın vardı sokakta

sessizce bir adım attı

sesler yükselmeye başladı sokakta;

sessiz kadın ağlamaktaydı…


bir kadın oturuyordu bankta yalnızca

yalnız kalemi vardı avucunda

Savaşmaya çalışırken yalnızlıkla

yalnız kadın korkmaktaydı…


sessiz korkular gitmekteydi içinden

kadın yalnızlığıyla cebelleşirken

içinde titrerken gidenin ayak sesi,

Bir kadın gitmekteydi…

6 Şubat 2012 Pazartesi

Seni arkamda bırakmak çok zor,

ayrılmak çok zor.

Ne kadar uzağa gitsem de

ve ne kadar süre

Döneceğim yer hep senin yanın

Aradığım huzur, hep senin yanın

Hayat çok zor, çok yorucu

İçimin dolduğu her an,

Gözüm de seni arar.

Bunca yılda anladım ki

Sensin beni en çok düşünen

Kendi gibi bana üzülen

Sonsuz seven...

Ayrılmak çok zor.

Ne kadar uzağa gitsem de

Ve ne kadar süre

Döneceğim yer hep senin yanın anne

Aradığım huzur hep senin yanın anne

yüreğimde kocaman yeri olan anneme

annemin yolcu ettiği bir trende,hikayesi

26 Ocak 2012 Perşembe

Öyle yorgunum ki bugün...
Tutunamıyorum hayata
Koşamıyorum peşinden
Takatim kalmadı
Her zamankinden daha çok ihtiyacım var
Bugün sana
Nasıl istiyorum, bilemezsin
Göğsüne yaslayıp başımı, uyumayı
Ellerimi sıkı sıkı tutmana
Nasıl ihtiyacım var.
Öyle yorgunum ki bugün...
Bilmediğim bir dilde konuşuyor
Gözyaşlarım bugün
Soruyorum, cevap vermiyor.
Hiç birşeyin cevabını bulamadığım gibi
Onu da anlayamıyorum.
Her zamankinden daha çok ihtiyacım var
Bugün sana
Sesine, kokuna...
Hiç birşeyin düzgün gitmediği hayatımda
Öyle çok ihtiyacım var ki sana
Öyle çok ihtiyacım var ki,
Koşulsuzca sevişine
Sıkıca sarışına
Çok özledim seni baba...
Gözümün bir kenarında hep bir damla
Çok özledim seni baba...
Yüreğimde kocaman yeri olan babama

9 Ocak 2012 Pazartesi

bitmeyen keder...


Yorgundum... Nasıl yaşanır bundan sonra... Aklımdan çıkamayan bir sondu. Özlediğim ve özleyeceğim her şey gitmişti. Yokluktu... Yerini hesaplaya bildiğim bir boşluktu. Tanıyamadığım bu boşluk, çok iyi tanıdığımdan sonra, tuhaftı. Şaşkındım... Ağlamam mı gerekiyordu? Erkek adam ağlamazdı!!! Ciğerlerimi sökecekmişçe bir off geldi sesimden. Başım ellerimin arasını mesken bildi. Onsuz nasıl yaşanır hiç bilmiyordum. Onsuz nefes mı alınırdı..? Ciğerlerime zorla doluşan bu şey nefes miydi..? Efkarım dünyayı sarmıştı sanırım, renkler soluktu alemde... Gözlerim açık, kapalı fark etmeden, Onu son görüşümü çiziyordu aklıma... Saçlarının rüzgarla gelen kokusuysa burnumda... Hiç bitmeyecek bir kedere mi sürükleniyor şimdi yüreğim...?

7 Aralık 2011 Çarşamba

Ve gelincik hikayesinin sonu





Her hikayenin bir sonu olmalı değil mi? Güzel veya çirkin, mutlu veya hazin... Bir son. Başlayan bir şeyin ve her şeyin en belirgin özelliği bitmesi...

Kusursuz yaratılmış gelinciğin, kusurlarla yaratılmış aşka düşmesiydi bu hikayeyi başlatan. Aşk derindi, çok derin, ne gelincikler yutmuştu ve yutacaktı bu derin kuyu. Ve bizim gelincik de kuyunun derinliklerin de kaybolmaktaydı. Derin kuyuya düşmek, bir inişin ifadesi gibi. Oysa aşk inilmeyecek kadar yüksekti. İşte tam böyle bir şeydi. İnmek ve çıkmak arası bir gel-git gibi.

Gelincik, hepimizin bildiğini sandığı kırmızı çiçek. Ansızın karşılanır büyükçe bir tarlada. Zahmetsizce yetişir. Yalnız çok narindir. Sevgiyle güzelleşir. Sevdiği topraksa ve toprak ona dayanaksa, dik durur ve dayanır zorluklara. Sevdiği rüzgarsa ve rüzgar onu okşarsa, mutludur ve renklenir. Sevdiği güneşse ve güneş onu ısıtırsa taa içinden parlar gelincikte, çok derinden. Sevgisizliğe dayanamaz. Geçici hevesler uğruna dalından koparılan gelincik, soluverir oracıkta. Boynu bükülür, rengi sararır, parlamaz eskisi gibi, en sonunda yaprakları dağılır.

Aşk, hepimizin bildiğini sandığı o kırmızı duygu. Bilmem nedendir, aşkın rengidir asırlardır kırmızı. Ansızın karşılanır, beklenmedik yerlerde. Plansız ve çabasız. Zahmetsizce yetişir, en derinlerimizde.Yalnız çok narindir. Ancak sevgiyle, sevdiğiyle güzelleşir. Sevdiği dayanaksa dik durur, dayanır zorluklara. Sevdiği okşarsa mutluluk onun olur. Sevdiği ısıtırsa içini derinden bir bakış olur. Sevgisizliğe dayanamaz. Geçici heveslerle kapılırsa, mahvolur. Derin kuyular da kaybolur.

Ve gelincik kuyuya girdi. Aşk öyle bir şeydi ki, battıkça çıkmak gibi,dolandıkça çözülmek gibi. Çıktıkça batmak gibi, çözüldükçe dolanmak gibi. Gelincik kuyuda sona ermekteydi, oysa aşk içinde ufka deymekteydi. Velhasıl, aşk sanki bu diyardan değildi. Birden içi ürperdi.

Aşk içinden gelendi. Aşk zaten bedendeydi. Geri kalan sadece külleri alevlendirendi...