Ben gelincik,
hep aşkı anlatmak istedim…
Anlamak isteyene duruşum bile aşktı,
uçsuz bucaksız yeşillikler de ansızın karşına çıkan
zahmetsizce toprağın bağrından süzülüp
gökyüzünün maviliğine açılan
Dalından koparılıp, sürgüne yolcuysa
Bütün kırmızılığını dağıtan…
Ben gelincik,
Hep aşkı anlatmak istedim…
Anlamak istemeyene çığlıklarım bile
Sessiz bir haykırıştı…
Çatlamış toprakta yeşermeye çalışan,
kırmızı ama isteksiz.
Ben gelincik,
Hep aşkı anlatmak istedim…
Bazen bir kadın bazen bir erkek dediler,
Oysaki ‘’O’’ ete, kemiğe bürünemeyecek kadar
Hayattı…
Su kadar ekmek kadar muhtaçtık.
Asırlardır aşkın rengi olan kırmızıydı.
Ben gelincik,
Hep aşkı anlamak istedim…
Boğazına kadar içine battığın ama
Göz ucuyla dokunamadığın ateşin,
Kırmızılığını…
Haykırışlarının en masum seslerini
Kendinin bile duymadığı yokluğunun,
Kırmızılığını…
Sebepsiz yere ağladığın hiç
Susamadığın gözyaşlarının,
Kırmızılığını…
Duruşuyla bile içini titretenin
Gidişiyle ki yokluğunun,
Kırmızılığını…
Ben gelincik,
Anlatmak isterken susmalarımın
Sebebidir kırmızı…
2 yorum:
"Boğazına kadar içine battığın ama
Göz ucuyla dokunamadığın..."
Bilmem ki bu sözler hangi hissiyat içinde yazıldı; doğrusu bilemem..
Fakat bana ateşinde yandığın sevgiliye; bir masumiyeti bertaraf etme korkusu ile dokunamamayı hem de çok yakındayken dokunamamayı anlattı.. dokunmaktan murad ise ten ile yapılan dokunmak değil, belki hayalen yürekte gerçekleşen bir dokunuştur.
Vesselâm...
gelincikler kadar naif bir çiçek ve çiçekler kadar dildeş bir lisan var mıdır aşkı anlatmak için:)
ne güzel ifade etmişsiniz
sağlıcakla kalınız...
Yorum Gönder