27 Kasım 2011 Pazar

kays ve isim







Kays ve Leyla aynı okul da hatta aynı sınıftalardı. Kays daha küçücük bir çocukken sevmeye başlamıştı Leyla' yı ve Leyla da Kays' ı. Dillere destan olacak olan bu aşkın temelleri küçücük yaşlar da atılmıştı bile. Belki de Kays bu aşkı yaşamak için doğmuştu. Leyla da bu azab da lezzeti bulmaya koyulmuştu. Çünkü ''azab'' lezzet demekti. Kays ve Leyla' nın aşkı duyulunca, aileler engel oldu bu aşka yada öyle sandı. İşte azab tam da burda başladı. Kays çöllere düştü. Leyla' sızlıktan öyle bir hal aldı ki, cümle alem onu Mecnun diye tanıdı. O artık bir deli, bir çılgındı. Kays adı kaybolmuş, unutulmuş, Mecnun' sa dilden dile dolanır olmuştu.Ad, bir insanı tanımak, tanıtmak, ayırdetmekte kullandığımız en belirgin özelliktir. Peki ya Leyla' yı seven bu deli, bu çılgın çocuğun kulağına Kays üflendiği halde üç kere, nedendi onu tanımak, tanıtmak ve ayırdetmek için Mecnun denmesi? Doğduğundan beri ''Kays'' diye anılan bu çocuğun Kayslığı unutulup Mecnun denmesi nedendi? Halk ona ''Deli Kays'' , ''Çılgın Kays'' da diyebilirdi. Neden Mecnun? Ve nedendi Kays'ın bu kadar kolay kabullenmesi?Aşkın basamaklarını çıkmış, bu denli yükselmiş birinin bir bildiği vardı elbet. Halk Mecnun diyor, O kabulleniyorsa bir bildiği vardı elbet.Mecnun, Kays ' ın halet-i ruhiyesini tanımlayan en güzel sıfattı. Mecnun... Mecnun, öyle büyümüştü ki; Kays, Leyla, aşk, azab, lezzet, çöl, deli, çılgın...Bütün bu kelimeler Mecnun olmuş, bütün bunlar Mecnun da olmuştu.Mecnun olarak algıladığımız şey sadece deli ve çılgın mıydı? Tabi ki hayır. Bütün bu kelimeler hatta daha fazlasıydı artık Mecnun.Evet, şüphesiz ilk Mecnun O' ydu. Ancak son olmayacaktı. Yüreğinde aşkı taşıyan, ona inanan her erkek bir Mecnun adayıydı. Aşkından deliren, çılgına dönen, baktığı her yerde sevdiğini gören her erkek bir Mecnun'du artık. Bundandı işte Kays' a apayrı başka bir ismin nasib olması. Halkın hep bir ağızdan ona Mecnunu yakıştırması ve Kays' ın bu duruma ses çıkarmaması. Kendinden sonrakileri de düşünüp Mecnun olması bundandı. Ve Mecnunluğa hiç bir leke sürmeden ifadeyi daha da derinleştirmesi, mana katması bundandı.Yüreğinde aşkı taşıyan, ona inanan her kadın da bir Mecnun içinde barınacaktı. Bu yüzden Leyla' ya apayrı bir isim nasib olmadı...

25 Kasım 2011 Cuma

Aşk Ve Sevda Masalı






Sevda dile düşmüş.Aşk dile düşmüş, dillere düşmüş. Bazıları her bahar aşık olurmuş. Meğer yaz aşkı diye bir şey varmış.
Aşk ki burnu havada, asil ve alımlı...Yerlerde paçavra olmuş. Sevda ki boynu bükük, dertli, hüzünlü, yakıp kavuran...Saman alevine dönmüş. Aşkın ağlatmaya, sevdanın tutuşmaya hali, dermanı kalmamış.
Aşk da sevda da bu diyarda yaşayamaz olmuş. Aşk ve sevda tam varız diyecek olurlarmış, onların literatüründe olmayan değişik kaygılar sevenlerin, sever gibi olanların aralarını açıverirmiş.Aşk da sevda da anlayamaz olmuşlar, yaşayıp yaşayamadıklarını.
Aşk bir gün gence ''bırakma'' demiş. Genç ''bana aşk çok'' deyince utanıvermiş. Sevda Züleyhada kalmış, Leylada takılmış. Onları hatırlayıpta, ağlarmış.
Ve bir gün aşk da, sevda da bu diyarda yaşayamaz olmuş.
Aşk çok sıkılmış, değişik değişik süslenip, püslenip kakalanmaktan. Birilerinin içini boşaltıp boşaltıp kendi istedikleriyle doldurmasından. Sevda usanmış meyhane köşelerinde anılmaktan, meze gibi tüketilen ''sevdalıyız ulan'' naralarından.
Velhasıl aşk da sevda da bu diyarda yaşayamaz olmuş.
Ve bir gün aşklar ve sevdalar karar almışlar, kimileri karşı çıksa da, bu diyardan ayrılmaya. Kendilerinin saygı gördükleri, kağıt mendil gibi tek kullanımlık harcanmadıkları diyarlara yol almaya koyulmuşlar.
İnsanlık şaşırmış, telaşlanmış. Herşeyin sera mahsülünü, tufandasını üretmeyi başardığı gibi aşk ve sevda için çalışmalara başlamış, güya aklıyla açığı kapatacakmış. Seneler geçmiş insanlık aşka hasret kalmış. Dedeler, nineler sevdayı anlatır olmuş, gençlerde masal diye dinlermiş.
Sonunda anlamışlar aşk da sevda da böyle üretilmez, inanç olmadan çoğaltılmaz.
Aşk ve sevda dilden dile gelen bir efsane oluvermiş.Yalnız bazılarının aklını hep bir acaba kurcalayıp dururmuş:
Aşk ve sevda yaşar mı bir yerlerde?

14 Kasım 2011 Pazartesi

bardak...


Her zaman dolmaz bardağımıza çay. Ve her zaman en doğru olmaz dolu olan. Zayıf, ince kıvrımlı, naif çiçeklerle bezenmiş büyük görünümlü bir bardak benim düşündüğüm. İçerisine çay koyar, keyifle içerim. Şimdi bardağı boş düşünelim. Her zaman dolmaz ya bardağımıza çay. Zayıf, ince kıvrımlı, naif çiçeklerle bezenmiş büyük görünümlü boş bir bardak. Ama bolca dolmaya, keyif vermeye meyilli. Var oluş amacının hakkında son zerreye kadar belirli.

Bunu bardak bilebilir mi? Bu ancak, var oluş amacı bilmeye meyilli olanın işi. Var oluşa sadakatimizin telaşesi...

Her zaman dolmayan bardağımıza çay gibi... Her zaman gerçekleşmez planladıklarımız. Düşündüklerimiz, istediklerimiz bulmaz bizi, kabul olmaz gibi... Aslolan isteklerimiz ve planladıklarımızdır. Ne kadar özenle üzerinde durduğumuz, düşündüğümüz. En yararlı olanı, en güzeli istediğimizdir. Aslolan özenle planladıklarımızı gerçekleştirme çabamızdır. Anlımızdan ter damlatırcasına hakkını vermektir.

Varsın gerçekleşmesin, kabul görmesin. Boş bir bardak gibi... Yeniden düşünmeye, yeniden planlamaya, yeniden istemeye ve yeniden hakkını vermeye meyilli. Var oluş amacı istemeye meyilli olanı kıymetli kılar istemek, edebince. Ne kadar büyük isterse o kadar kıymetlenir. Vermek istemeseydi, istemek vermezdi, değil mi?

Sır içinde sırrın hikmetiyle kabul görenin kıymeti, çok başka bir mana aleminde. Hikmetiyse, tasavvur sınırlarımızın çok ötesinde...

9 Kasım 2011 Çarşamba




Ertesi gün, ertesi gün ve ertesi gün…
Göz kapaklarımın ardına sakladığım seni
Seyrettim… Ve kimseye söylemedim.
Yakınımda bulduğum her koltuğa oturttum, hayalini
Yemek yedim, su içişini izledim,
Lokmaları ağzında geveleyişini.
Konuştum, konuşturdum, güldürdüm ve ağlattım
Her şeyi merak eden çocuklar gibi merek ettim seni…
Ben, gerçeğinle hayalini karıştırdığım o günlerde
Tanıdım en çok seni
O bitimsiz gözlerinin kahverengiliği
Sardığında dünya mı, öğrendim
O günlerde farkında değildim bitimsizliğin de
Yitirdiklerimin…
Acıyor ve kanıyordum yüreğime saplanan senle
Kurcaladıkça saplananı, kan revan içinde…
Bu yarayı iyileştirmenin yolu, kesip atmaktı artık bir yanımı
Kaçınılmaz bir uçurumun eşiğinde olduğumu bile bile
Ne kesip atabildim ne de iyileşebildim geçen onca süre
Bu hastalıkla yaşamayı öğrendim sadece
Ertesi gün, ertesi gün ve ertesi günde…

4 Kasım 2011 Cuma

Sev-gi





Sevgi. Sev kökünden türeyen, sev ile başlayan koskocaman bir ifade. Türettiği her kelimenin en önemli ve etkili vurgusu. Yani her şey sev'le başladı bu gün... Senin sevmenle başladı. Sevdiğin de sevgi oldu, sevmek oldu, sevdiğin oldu, sevgilin oldu.Yeri geldi sevda oldu. Sev'le başladı ve büyüdü. Koskocaman bir zincir oldu.

Sevgi, sevmek... Sev kökünden türeyen, itina gerektiren sözcükler. Yüzyıllardır bir çok yazan yüreğinden kağıdına iliştirdi yüzlercesi, binlercesi. Belki de bilimsel hiç bir konu onun kadar irdelenip, didiklenmedi. Peki ya sonuç... Sevgi neydi? Uluslararası kabul görmüş bir tanımı var mıydı? Hiç sanmıyorum... Çünkü her yürek sevgi demek ve yeni bir anlam demekti...
Sevgilerimle...



Anlamı olmalı hayatın
Sıktığın kokunun
Bakışın, gülüşün ifadesi olmalı
Anlamı olmalı
Mensup olduğun takımın
Anlamı olmalı taktığın yüzüğün
Sevdiğin insanın, sevmediğin kadar.
Anlamı olmalı
En çok da ağzından çıkanların
Esiri olmak istemiyorsan
Anlamlı olmalı
Hayatın anlamını arıyorsan
Anlam katmalısın yaşayıp, yaşattıklarına
Her zerreyi önemseyip, yüklemelisin anlamını
Anlamı olmalı hayatının...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Yürüyorum İşte




Solgun çiçeklerin açtığı bu mevsim de yüreğim de, sensizliğin yükünü biraz daha fazla hissediyorum... Soğuk biraz daha fazla üşütüyor bu sonbahar. Adını bilmediğim bir sokakta yürüyorum, dökülmüş yaprakların arasında. Ellerim soğuktan buz kesilmiş. Ayaklarımı hissetmez olmuşum. Yürüyorum, tanıdık bir kapı bulma umuduyla. Her yabancı sokak biraz daha üşütüyor. Yürüyorum, sonucu meçhul bir muammaya. Her yabancı kapı biraz daha yaralıyor, yüküm biraz daha artıyor. Korkuyorum artık.

Solgun çiçeklerin açtığı bu mevsim de yüreğim de, sensizliğin yükünü biraz daha fazla hissediyorum... Üşümüşüm, yaralanmışım, korkuyorum ve beni bulmanı bekliyorum...

Ne ötesi kaderden ne berisi. Ne yaşıyorsak hepsi kaderimiz kadar. Bende yürüyorum işte, yazılmışın üstünde, varmak ümidiyle...